Abbas Bilgili

Tarih: 12.11.2025 15:26

Düşmenin Felsefesi...

Facebook Twitter Linked-in

Ani bir şaşkınlık yaşadım. Arkadaşlar da şaşırdı ve geçmiş olsun diyerek beni kaldırdılar. Bu olay, “düşme” üzerine düşünmemi sağladı.

Halk arasında “Düşmez kalkmaz bir Allah” denir. Yani düşmek Allah’ın dışındaki tüm varlıklara özgü. İnsan, hayvan, ağaç, kaya hepsi de düşebilir. Düşme olgusu karşısında tavrımız ne ve nasıl olmalı?

Fransız düşünür ve yazar Albert Camus’un “Düşüş” adlı bir romanı var. Roman kahramanı, oldukça bencil ve duyarsız bir avukat. Yaklaşık yüz sayfalık roman, avukatın monoloğundan ibaret. Birisiyle konuşuyor gibi, cevaplar veriyor, ama o “birisi” romanda yok. Avukatın konuşmalarından olay örgüsünü çözmeye çalışıyoruz ama pek de kolay olmuyor. Yani demem o ki, yüz sayfalık roman beş yüz sayfadan daha ağır. Paris’te yaşayan avukat, bir köprü üzerinden geçerken, yanından geçen bir kadının köprüden atlayacakmış gibi duran halinden hiç etkilenmez. Kadının yanından geçip gider, kadının suya atladığı sesten anlaşılır, ama adam arkasına dönüp bakmaz bile. 

Albert Camus’nun eserlerinde yabancılaşma konusu yoğunluklu olarak işlenir. “Düşüş” romanında da avukatın topluma yabancılaşması anlatılmaya çalışılıyor. Kadın köprüden düşüyor ya da atlıyor, ama bizim avukat hiçbir şey olmamış gibi dönüp bakmıyor. Esasen aynı yazarın diğer eserlerinde de “yabancılaşma” felsefesi işlenmiştir. Özellikle “Yabancı” isimli romanında da yine çok duyarsız “yabancılaşmış” bir kahraman var. Hatta romanın ilk cümlesinde bu yabancılaşma vurucu şekilde anlatılır. Bir yaşlılar evindeki annesinin öldüğü haberini alan adam, “Annem ölmüş dün. Belki de önceki gün” gibi önemsizmiş gibi anlatır annesinin ölümünü. Esasen burada “düşme”  olgusu üzerinden, insanın ve insanlığın Sisifos’un içine “düştüğü” durumu, başka bir ifadeyle metafor olarak “düşme”yi anlatıyor diye düşünüyorum. 

Biliyoruz ki, aynı yazar, felsefesini mitolojik bir öykü ile “Sisifos Söyleni” isimli eserinde anlatır. Yunan mitolojisindeki öyküye göre, Tanrıları kızdıran Sisifos’a ceza verilir. Cezası, büyükçe bir yuvarlak kayayı yuvarlayarak tepeye kadar çıkarmaktır. Sisifos, büyük efor harcayarak kayayı tepeye kadar taşısa da, tam tepeye yetişeceği esnada, kaya elinden kurtulup aşağıya yuvarlanır, yani “düşer.” Adam aynı işi tekrar yapmaya çalışır ama defalarca tekrar etmesine rağmen kaya her defasında aşağıya düşer. Bu da hayatın anlamsızlığı, gündelik hayatın saçmalıkla malül olduğu, düşmenin kaçınılmazlığı, hayat döngüsündeki çıkmazla karşı karşıya olduğumuz anlamına gelir. 

Peki insan bu akıbeti kabullenmeli mi?  Düşme karşısında duyarsızlığı, ya da Albert Camus’nün deyimi ile “yabancılaşma”yı nasıl aşacağız? Elbette daha fazla duyarlı olmak ve elbette daha fazla sorumluluk üslenerek! Heidegger’in deyişi ile insan boşluğa fırlatılmıştır ve bir başınadır. Ali Şeriati bu durumu “kendimi kendime emanet ettim” şeklinde anlatır. Bir başınalık aslında ona büyük sorumluluk yüklemektedir. J. P. Sartre’ın deyişi ile insan özgürlüğe mahkumdur. Bir başına bırakılan insan, özgürlüğe mahkum olduğuna göre, kendini inşa etme sorumluluğu ile başbaşa kalmış demektir. Kendini inşa etmek, eksikliği gidermek demektir. Pir Sultan Abdal “eksiklik kendi özümde”  derken, Yunus Emre “aşk gelince cümle eksikler biter” diyor. 

Bu durumda hayat ayağımızı kaydırdığında, ayağımız takılıp düştüğümüzde kalkmak ve yolumuza devam etmek gerekiyor. Kendi özümüzdeki eksiklikleri gidermek ve bunun için de aşk ile çalışmak gerekiyor. 

“Düşenin dostu olmaz” sözünün mutlak doğruyu ifade etmediğini bilmemiz lâzım. Düşene dost olmazsak, bencillik etmiş oluruz. Sadece düşmeyene değil, düşene de dost olmak ilkemiz olmalı.

Basit bir sandalyeden düşme olayı üzerine bir araba dolusu laf ettik! Düşmenin felsefesini ancak böyle anlatabilirdim. Hayatta düşmek de var. Ama düşünce, kalkmasını da bilmek lâzım. Çevremizdeki düşenlere ilgisiz kalmayalım ve kalkmalarına yardımcı olalım. Tıpkı bugün düştüğümde, beni kaldıran arkadaşların yaptığı gibi… 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —